Şam’daki Diplomatik Kabalık ve Sessizliğin Anlamı
Esad karşıtı silahlı grupların komutanlığından Devlet Başkanlığı koltuğuna oturtulan Ahmed Şara’nın, Şam’daki Dışişleri Bakanlığı’nda düzenlenen basın toplantısında sergilediği tutum, diplomasi adına ciddi bir hayal kırıklığı yaratmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan konuşmasını sürdürürken, hiçbir diplomatik teamüle sığmayacak biçimde, izinsiz ve ani bir Arapça duyuruyla “basın toplantısı sona ermiştir” denilerek toplantının kesilmesi açık bir saygısızlıktır. Yaklaşık 16 dakika süren toplantının, konuk bakanın konuşması tamamlanmadan sonlandırılması, yalnızca şaşkınlık değil, ciddi bir diplomatik nezaketsizliktir.
Canlı yayında yapılan bu müdahale, basit bir organizasyon hatası değil; kasıtlı ve planlı olduğu izlenimi veren bir diplomatik kabalıktır.
Bu nedenle T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın söz konusu tutuma kayıtsız kalmaması ve gerekli cevabı diplomatik teamüller çerçevesinde, ancak açık ve net biçimde vermesi gerekmektedir. Aynı şekilde Suriye’de “seçilmiş” olduğu iddia edilen Türkmen milletvekillerinin bu açık saygısızlık karşısında nasıl bir tutum alacağı da dikkatle izlenmelidir.
Bu noktada verilecek tepki ya da gösterilecek sessizlik, söz konusu vekillerin gerçekten seçimle mi yoksa fiilen atamayla mı görev yaptıklarını da ortaya koyacaktır. Çünkü diplomatik onur karşısında suskun kalmak, temsil iddiasını da tartışmalı hâle getirir.
Daha da dikkat çekici olan, ev sahibi konumundaki Ahmed Şara’nın Dışişleri Bakanı Şeybani’nin, bu açık kabalığa canlı yayında müdahale etmemesidir. Aynı basın toplantısında, SDG ile birleşme ve 10 Mart uzlaşısının uygulanması konusunda kayda değer bir ilerleme sağlanamadığını itiraf etmesi ise Suriye’nin henüz tam anlamıyla “bağımsız bir devlet” niteliği taşımadığını açıkça göstermektedir.
Nasıl bir bağımsızlıktan söz edilebilir ki, ülkenin yaklaşık yüzde 37’sinde egemenlik tesis edilememiş durumdadır?
Bu tablo ortadayken, geçen yıl Esad’ın devrilmesine yol açan olayların yıldönümünün bir “zafer” havasında coşkuyla kutlanması anlaşılır değildir. Daha da düşündürücü olan ise, Suriye’de sözde nüfus olarak ikinci büyük topluluk kabul edilen Türkmenlerin, nüfuslarına oranla hak ve hukukları teslim edilmemişken bu kutlamalara coşkuyla katılmalarıdır.
Bu noktada açık bir çelişki vardır. İsrail, ABD veya İngiltere desteğini arkasına almış olsalar bile, SDG ve YPG yöneticilerini kendi duruşlarını net biçimde savundukları için alkışlıyorsam, bundan kimse rahatsız olmamalıdır. Çünkü onlar, hangi güçle yan yana dururlarsa dursunlar, davalarını savunmaktan geri durmamaktadır.
Oysa Türkmenler için asıl sorun, başkalarının zaferlerine ortak olmak değil; kendi haklarını savunacak iradeyi ve onuru ortaya koyabilmektir.
Yorum Yazın